13 Haziran 2014 Cuma

BELA


Bu kitaba hala nasıl bir yorum yazacağıma karar veremedim.

Bir yerden başlamak gerekirse öncelikle kapağından başlayalım. Kapak tasarımı sanırım orjinal kapak kullanılmış ve çok çok beğendim. Kırmızı, siyah, beyaz.
En sevdiğim üç renk.

Şimdi gelelim kitabın diline. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Kitabı okurken çok eğlenceli kısımlar var ve evet eğlendim kabul yer yer üzüldüm fakat sanki kelimeleri silinmiş bir defter gibi hissettirdi çoğu zaman. Bazı yerler çok üstün körü anlatılmıştı. Yani böyle sanki duyguyu tam geçiremedi gibi...
Fakat yinede çok beğendim. Konusu olsun kurgusu olsun.

Eleştiride bulunacağım bir diğer nokta ise anlatıcı kişinin değişimi. İnternette ön okumasını okumuştum ilk sayfalarda çok değişik gelmişti hatta annem kitabı alıp yarım bıraktı sırf dili bu şekilde diye. Ön okumayı görmeyenler için :
İlk sen denedin.
...
Uyandın ve ne olduğunu hatırladın.
 
 
İlk başta kitabın tamamının bu şekilde olduğunu düşünüp almadım fakat sonra bir blogda paylaşılan bir kesitte dilinin bu şekilde olmadığını anladım.


Bu kitabın seri olduğunu finalini okuyana kadar bilmiyordum. Sonunu okuyorum ''hadi ama yani kitap burada mı bitecek gerçekten ?'' Havalarındayım. En nefret ettiğim finaller, sonu bir yere bağlanmayan ucu açık finaller!!!!
Ama neyseki kitap 3 seriden oluşuyormuş.
Zaten aslında belli seri olduğu. Bazı şeyler tam oturmadı bende.
Mesela Nathan'ın babası neden annesinin kocasını öldürdü?
O sahneyi deli gibi merak ediyorum. Ve Nathan'ın annesinde bir şeyler var. Şüphelerim var o kadına karşı.


 Bazı duyguları hissedemedim desemde Nathan'ın baba sevgisi çok güzel işlenmiş.
Yani öyle üzüldüm ki. Ama ben serinin diğer kitaplarında yaşadığı acılarla daha güçlü ve daha sağlam bir Nathan görmek istiyorum. Yani bu çocuk onca şey yaşadı ama hala sertleşmedi. Hala aynı saf Nathan. Serinin ikinci kitabını deli gibi olmasada merak ediyorum. 




10 Haziran 2014 Salı

BUKALEMUN






















Olmadı,olmadı! Bu sefer de olmadı. Kendime hayret ediyorum. En son okuduğum kitabı hatırlayamaz oldum. Yani en son ne zaman bir kitap bitirdiğimi. Birisinin konusu güzel olmaz, birinin anlatımı kötü olur. Peki ya Bukalemun ? Çok zorladım inanın çok ama çok denedim fakat olmadı.
Öylesine kendime kitap almaya çıkmıştım. Bizim burada bir kitapçı var bazı kitaplara özel indirim yapıyorlar. Bukalemun’da 8 tl gibi bir şeydi.
 Kitabın arka kapak yazısını çok beğenerek aldım. Hatta normalde çok dikkat ederim ama kitabın ismine bile dikkat etmedim.Neyse işte başladım okumaya güzel bir başlangıçtı. Kitap zaten çok güzel. Dili ustaca kullanan yazarlardan bir tanesi Scott Nilson bana göre. Betimlemeleri, benzetmeleri o kadar yerinde ve o kadar iyi düşünülerek yazılmış ki yazarı tebrik etmeden duramıyorum.
İlerleyen sayfalara doğru aklımdakinden bambaşka bir kurgu kucak açtı bana.Bir dinden bahsediliyor. Bu bizim bildiğimiz bir din değil. Bambaşka bir din; zaten kurgunun ana malzemesi bu. İşte beni sıkan da bu oldu. Okuyorum okuyorum ilerlemiyor. Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyormuş gibi geldi. Çok zor okunan bir kitap oldu benim için ya da bu aralar gerçekten ciddi bir okuma problemim var.


Çeviriyi değerlendirecek olursak çeviri yanlış çevirilmiş sanırım. Yani mesela ilk sayfada ilk paragraf üçüncü kişi ağzından ikinci paragraf birinci kişi ağzından. Yer yer böyle ağız kaymaları oldu; ve bu beni rahatsız etti.
Beğenmediğim diğer bir nokta kitabın kapağı ve ismi. Yabancı ismi ‘’The Red Church ‘’ ve kapağında da bir kilisenin resmi var. Bizimkisi ise nasıl bir düşünceyle bu ismi ve bu kapağı yapmaya karar vermişler merak ediyorum.



Sırf yazarın kaleminin gücünden dolayı 2 puan.






2 Haziran 2014 Pazartesi

PARADOKYA



Paradokya, Timaş yayınlarından fantastik kurgu türünde çıkmış bir kitap.Arkadaşımın önerisiyle okumaya başladığım bir kitap oldu.



Kitabın kapağını sevdim arka kapak yazısına ise ba-yııl-dıım.



 Ve büyük bir heyecanla okumaya başladım.



Giriş kısmında ''Tamam,'' dedim ''bu kitap harika bir şey çıkacak.''Ama yanılşmışım.Kitapta o kadar çok eksik var ki hangi birisinden başlayacağımı şaşırdım.



Birden çok karakter barındırıyor ve bu karakterlerin bir tanesi bile favori karakterim diyebileceğiniz karakterlerden değil.Sanki içi hava dolu şişme balon gibiler. Onların karakter olduklarını biliyorsunuz ama hepsi şişirilmiş.Kişiliklerine dair hiçbir bilgimiz yok. Yazarın donatması lazımdı onlara bir ruh vermeyi unutmuş gibi.Oktay çıkarcı birisi olabilirdi mesela, Kemal sinirli. Ama bizimkiler o kadar masumlarki kitabı okurken ''çocuk kitabı mı okuyorum ben ? '' düşüncesine kapıldım.



Karakterlerin dış görünümünü anlatan tek bir cümle yok. Sen kitap yazıyorsun sayın yazar anlat biraz. Kafamda bir şablon belirsin onun içini sen kelimelerini kullanarak boya, doldur.



Okuduğum bir kitapta her zaman yakın hissettiğimiz bir karakter olur. Onun ne yapacağını, ağzından hangi kelimenin çıkacağını öğrenmek için çeviririz sayfaları.Burada bunun eksikliğini çok hissettim.



Ve duygu eksikliği. Bu benim olmazsa olmazlarımdan. O kitabı hissetmem gerekiyor. Zaten biz neden kitap okuyoruz ? Çünkü bir şeyler hissetmek için. Kendi sıkıcı monoton hayatımıza yeni bir heyecan yeni bir doku katmak için. Sanki buzdan bir küpün içine konulmuşuz ve çevremizi alevler sarmış yazar yanımıza gelip kulağımıza ‘’birazdan alevden yanacaksın.’’ Diyerek fısıldıyor. Fakat biz soğuktan başka bir şey hissedemiyoruz çünkü yazar buzdan kabuğumuzu kıramıyor.

Yazarın bizi doyurması gerekiyor.Bize bir yemek hazırlaması gerekiyor fakat o elimize peynir ekmek veriyor. Kurduğu cümleler o kadar basitki. O şunu yaptı . O heyecanlandı. O üzgün hissetti. Duygu suyuna batırılmadan önümüze konulmuş.

Elimde okunacak kitabım kalmamıştı bu yüzden biraz daha oku Ayşe dedim. Ve kitabın ilk bölümünü bitirdim.

İkinci bölümde ise –yarısını okudum- birinci bölümdeki olaylarla neredeyse aynı  olaylar yaşanıyor. Örneğin : birinci bölümde çocuk, kitabı okuduktan sonra uykuya yenik düşmemeye çalışıyor ve ardından ‘’yi de ne kadar dayanabilirim ki ? ‘’ diye düşünüyor. İkinci kısımda ise başka bir çocuk aynı şeyleri tekrar ediyor.

Bunca eleştiri saydın döktün ama niye 224 sayfa okudun diye sorarsanız şöyle açıklayayım: kitapta çözmemiz için bize verilen şifreler. Onları çözmek çok eğlenceliydi. Kitaptan zevk aldığım tek kısım şifrelerdi.

Kitaplar için açılmış bir de web sitesi var. Şifrelerin çözümü için oraya tıklıyorsunuz. Fakat bu ne derece doğru ? Yani belki internetim yok. Ya da kitabı okuduğum yerde internet yok.

Lisede değilde ortaokulda olsaydım ya da fazla kitap okumamış olsaydım hoşuma giderdi herhalde. Fakat benim için fazla basit bir kitap oldu.



''Adalet,insanın ruhundaki dengedir. Onu elinde tutamayanlar yaşıyor gibi görünselerde ruhen ölü sayılırlar.''